Gündüz meşgulüz.
Mesajlar, işler, sorumluluklar, insanlar… Her şey bir ses, her şey bir dikkat bölmesi. Zihnimiz sürekli bir şeyle uğraşmak zorunda. O kadar çok uğraşıyoruz ki, kendimizi düşünmeye vakit bulamıyoruz. Ya da belki de bilerek bulmuyoruz. Çünkü düşünmek yorar. Hele gece olunca, o düşünceler çığlık gibi yükselir.
Geceleri daha fazla düşünüyoruz çünkü sessizlik artık bir boşluk değil, bir yankıdır. Gündüz bastırılan duygular, gece kabaran bir deniz gibi yükselir. Ve dalgalar, tam da yatağa uzandığında çarpar sana. O karanlıkta düşünceler daha net görünür. Gündüzün loş ışığında fark etmediğin o hisler, gece başucuna oturur. Adını bilmediğin bir iç ses, sana unuttuğun her şeyi teker teker hatırlatır.
Mesela yıllar önce kapanmış bir defterin kıyısında gezinirsin. Kırgınlıklar, yarım kalan konuşmalar, keşke’ler, belki’ler… O kişiye neden öyle dediğini hatırlarsın. Bir başkasına neden hiçbir şey söyleyemediğini… Kendine neden bu kadar yüklendiğini fark edersin. Gece, insanın kendisiyle yüzleştiği yerdir.
Okumaya devam et Gece: Unutamadıklarımızın Mesai Saati